Solrado ekibi olarak bu hafta Serkan Mumcuoğlu ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Sanatçı kimliğininin yanında aynı zamanda akademisyenlik yapan Serkan Mumcuoğlu sohbetimiz sırasında fotoğraf sanatına, topluma, sanata, tarihe dair birçok konuda fikirlerini bizlerle paylaştı. Zamanın ve ışığın kendi sanatında ne kadar önemli enstrümanlar olduğunu ve bu iki kavramın aslında birlikte fotoğraf sanatının teknik temellerini oluşturduğundan bahsetti. Toplum ve sanat ilişkisi hakkında da çeşitli anektodlarla düşüncelerini bizlerle paylaştı. Giriş bölümünü Serkan Mumcuoğlu’nun toplum ve sanat ile ilgili şu sözleriyle noktalamak istiyorum: “Sanatçı her ne kadar toplumdan etkileniyorsa toplumu da bir o kadar etkilediğini unutmasa iyidir.”
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1968 Ankara doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi de Ankara'da gördüm. Çocukluk yıllarımdan beri sanata özellikle resme ve müziğe çok ilgiliydim ve bu bir şekilde evrile evrile geldi. Lise hayatımı tamamladıktan sonra kendimi güzel sanatların kapısında buldum.
Fotoğrafla nasıl tanıştınız ve hayatınızın hangi döneminde fotoğraf ile ilgili bir iş yapmaya karar verdiniz?
Fotoğrafla yine çocukluk yıllarımda tanıştım. İlk fotoğraf makinesini elime aldığımda beş yaşındaydım Kodak’ın çek at makineleri vardı. Dört kare çekebiliyorduk onunla ve ondan sonra bitiyordu. İçindeki filmi götürüp tab ettiriyorsunuz ve ondan sonra fotoğrafları basılı şekilde görebiliyorsunuz. Bu benim çok ilgimi çekmişti. Ailemde büyükler anı olsun diye fotoğraflar çekiyordu. Bu adet aslında değişmedi günümüzde telefonla yapılan şey eskiden fotoğraf makineleri ile yapılıyordu. Fotoğrafla tanışmam böyle. Eğitim hayatımın erken evrelerinde anı fotoğrafı olması dışında fotoğrafa dokunmadım.Ta ki üniversiteye girdiğim ilk sene fotoğraf dersini alana kadar. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Ana Sanat dalında eğitim aldım. Birinci yılın birinci döneminde fotoğraf ile tanıştım. İlk vize projemiz verildiğinde fotoğraf benim için başka bir yere geldi. Problemi çözmek, kendimi ifade etmek, bir konuyu anlatmak ya da bir tanıtımı yapmak için fotoğrafın ne kadar değerli olduğunu gördüm. Bu noktadan sonra ben her fırsatta fotoğraf çekmeye başladım ve hiç zorlanmadan keyif alarak yaptığım her şey fotoğraftı üniversitede.
Günümüzde birçok genç gelecek kaygısı nedeniyle ilgisi olmasına rağmen sanat ile ilgili bir kariyer planlamaktan çekiniyor. Sanat ile ilgili bir kariyer yapmak isteyen gençlere ne söylemek istersiniz?
Fotoğraf sanatının içinde kendini ifade edecek ve eserlerini hayata geçirecek genç sanatçı adaylarına tavsiyem şudur. Sanat mutlaka teknik ve estetik değerler üzerine oturuyor ama özgür ve özgün olmalarını tavsiye ediyorum. Kuralların dışına çıkmaya çalışmalarını, çerçevenin dışına çıkmaya çalışmalarını her ne kadar biz kadrajlıyor olsak da o kadrajın içerisine aldığımız bütün konu, duygu, ifade ve düşüncelerde olabildiğince kendileri olmalarını tavsiye ederim. İzleyicilerin, dıştaki diğer insanların ne düşüneceği değil; kendilerinin ne hissettiği ve düşüncelerini dışa vurmalarını öneririm.
Fotoğraflarınızı çoğunlukla stüdyo ortamında çekiyorsunuz ve fotoğraflarınızda bir model oluyor. Fotoğraflarınızda kendi hissinizi yansıtmaya çalışıyorsunuz ancak karşınızda kendi hisleri ve ifadeleri olan başka bir insan var. Bu modeli ne kadar yönlendiriyorsunuz veya ne kadarını modelin o anda yansıttığı ifadeye bırakıyorsunuz?
Burası çok yönlü bir nokta bir sürü faktör var. Ben mutlaka araştırdığım, irdelediğim noktaya odaklanıyorum. Bunun olabilmesi için karşımdaki modeli, figürü yönlendiriyorum. Bu noktada bu sorularınızın cevabını almak ya da o arayışınızı bulmak ya da bulduğunuz verileri o görsel üzerinden dışa aktarma süreci, böyle bir süreçte mutlaka modele bunu anlatmamız gerekiyor. Önceden bir açıklamamız oluyor, konuşmamız oluyor. Nasıl bir duygu hali var, orada neyi anlatıyoruz, neyi canlandırmaya çalışıyoruz, neye bakıyoruz, burdan ne elde edeceğiz? Bunları ben gerekli olan bütün noktalarda modele - orada o aslında model değil de irdelediğim konu o oluyor o birey - yüklemek zorundayım ve yüklüyorum ondan sonra süreç başlıyor. Sonrasında süreç içerisinde o elde etmeye çalıştığım kareler geliyor.
Fotoğrafta başta bir irdeleme süreci olduğundan bahsettiniz. Fotoğraf’ın teknik olarak tüm inceliklerini kavradığınızı düşündükten sonraki süreç sizin için nasıl devam ediyor? İrdelediğiniz konuyla alakalı yolculuğunuzun sonuna geldiğinizi düşünüyor musunuz?
Öncelikle yolculuk bitmedi, bitmeyecek bir yolculukta ilerliyoruz. Var olduğum sürece, fotoğraf çekebildiğim sürece bu arayış, bu yakalama dışa vurma, keşfetme devam edecek.O merak, keşif ruhu sürekli, nasıl sorusu hiç bitmiyor. Bu benim sanatım için geçerli.Bir proje diğer bir projeyi doğuruyor.Bir projenin sorunlarını çözdüğüm anda bambaşka bir sorunla karşı karşıya kalabiliyorum. Yeni bir nedensellik arıyorum. Bu zaten çok heyecan verici.
Keşfettiğimi düşündüğüm şey en az 100 yıllık bir geçmişe sahip. Zamanın ne olduğu, ışığın ne olduğu sorusunu benden çok çok önce sordular. Bu soruya herkes farklı farklı cevaplar aradı. Çok değerli, deha bilim insanları buna teoriler, kuramlar geliştirdi. Evet, sanatçıyım ama ben de bu sanat çerçevesinde ana malzemem olan ışığı ve zamanı gerçekten sorguluyorum. Onun sonsuz olasılıklarını keşfediyorum ve keşif bitmiyor. Zaman burada benim için çok büyüleyici. Işık dışında. Işık zaten ana kaynağım. Işık zamanla birlikte aslında mutlağı oluşturuyor. Sonsuzluk dediğimiz şey zaman ve ışığın bir arada ve sürekli var olma halidir. Ben; zaman ilüzyonunun ötesinde fotoğrafta anı hissettim, zamanın istediğimiz hızda akabildiğini. Bizim normal hayatta sürekli ve tek yönlü akan zamanın fotoğrafın içerisinde istersek bir anda birçok zamanı yaşayabileceğimizi gördüm. Bunun keşfi üzerindeyim aslında, özellikle orta dönemden sonra diyeyim. İlk başlarda bu değildi tabii ki önce ışığı tanımaya çalışıyorsunuz. Maddeyi tanımaya çalışıyorsunuz, doku ve kontrastlar sizi büyülüyor. Işığın oyunları ve onun nasıl kontrol edilebileceği ile ilgi bir süreç yaşıyorsunuz. Sonraki evre zaman faktörü ile birlikte bambaşka yerlere kapı açıyor. Benim fotoğraftaki irdelediğim alan yüzünden bu böyle tabii ki. Işık stüdyoda olduğu gibi dışarıda da var. Oradaki ışığa göre pozisyon alabiliriz onu ama yönlendiremeyiz. Ona göre biz yönleniriz. Dışarıda da fotoğraflar çekiyorum. Doğa beni çok etkileyen bambaşka ve hiç bitmeyecek bir konu. Doğanın bütün yansımalarının bizde de olduğunu görüyorum. Aynı yapıtaşları üzerinden kurulu olduğumuzun da farkındayım. Burada kontrol edebildiğim için ve konuyu burada daha çok deneyimleyebildiğim ve ona dair sonsuz anları biriktirebildiğim için stüdyoda ışık ve zamanla çalışmaya devam ediyorum.
Dışarıdan farklı olarak stüdyoda sıfırdan bir dünya kurgulayabilmek size bir tatmin veriyor mu?
Tabii ki. Bir ressamı ya da heykeltraşı ele alalım. Çok geniş bir alan tabii ki biliyorum. Geleneksel olarak çıkış noktalarına bakarsak ressam eserine tamamen hakimdir, tuvalinin üzerinde özgürdür ve orda her şeye mutlak hakimiyet sağlar. Onun duyguları düşünceleri algısı tuvale yansır. Heykeltraş elindeki malzemeyi kullanarak, elindeki malzemelerin sınırları içerisinde her ne olursa olsun. O kendi dünyasından bütün etkilenimleri neyi anlatmak neyi dillendirmek neyi yeniden betimlemek istiyorsa onu dışa vurur. Özgürdür ikisi de, sadece maddesel fiziksel bazı kurallarla sınırlıyız. Ben de burada simsiyah bir alanda fotoğraf çekmeye başladıktan sonra ışığın zamanın ve teknik malzemelerin kısıtlaması dışında özgürüm. Bu dünya içerisinde ortaya koyduğum eser de beni tatmin ediyor. Çünkü benim kurgum, benim düşlerim, benim algılarım. Orada gördüğüm ve çerçeve içine koyduğum her şey orada olmasını istediğim için. Olabildiğince o etkide, dış etkenlerden olabildiğince izole. Bu noktada bunu çok özgün buluyorum. Ben bir şeylere sadece şahit olmuyorum. Zaman ve ışık faktörünü kontrol edebilmeye ve birlikte hareket edebilmeye başladığınız zaman, sadece görüneni değil görünenin ötesini görmeye başlıyorsunuz. Kendi gözünüzle gördüğünüz gerçeküstü ama anda var olan görüntüyü yansıtmaya başlayabiliyorsunuz. Bu da tabii ki size bir tatmin ve doygunluk veriyor, bir eser ortaya çıkarmış oluyorsunuz çünkü.
Sanat üretim sürecinizde herhangi bir durakladığınız dönem oldu mu? Olduysa bu dönemden nasıl çıktınız?
Durduğum bir dönem var. Bu duraklamanın sebebi tamamen kendini ifade edememek, özgürce ifade edememek ,araştırmak istediğiniz yapmak istediğiniz şeyi tam da yapmak istediğiniz şekilde yapamamak ya da söyleyememek. Çığlık atmak istersiniz ya bazen sesiniz çıkmaz. Bu aynen bir sanatçıya bunu hissettiriyor. Ben yapmaya çalıştığım veya ortaya koyduğum şeylerin anlaşılamaması ya da okunmaması noktasında doğal olarak içe dönebiliyorum. Sektörel fotoğraf çalışmalarımın olduğu bir dönemde yaptığım çalışmalar o andaki sektör için fazla ifadesi geldi. Sektör bazen çok kısıtlayıcı olabiliyor. Sipariş üzerine fotoğraf çekmek beni oldukça kısıtlanmış ve engellenmiş hissettiriyor. Bunların biraz yoğun olduğu bir dönemde ara verdim, çekmedim.
Sanatçının sizce toplumsal bir görevi var mı? Varsa nedir?
Işık tutmak. Yani bu tartışma hiç bitmedi bitmeyecek de. Hani sanat, sanat içindir; sanat , toplum içindir diye bitmeyen bir tartışma vardır uzun zamandır süregelen. Ne tamamen toplum içindir ne de tamamen kendisi içindir. Sanatçı uzayda tek başında bir gezegende varolan bir varlık değildir. Biz bir toplum içinde yaşıyoruz. Bizim de bilim insanları kadar işiyle eğitimiyle insanın yaşamına, hayatına etki eden her bir birey kadar toplumsal bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Bu şey demek de değil, hep topluma mesaj veren eserler ortaya koyuyorum. Eserlerim benim bir söylem, bir eğitim değildir. Böyle olmak zorunda da değildir ama sanatçı kendisiyle, sanatıyla, eserleriyle, yaptıklarıyla, keşfettikleri ile topluma her zaman ışık tutar, ilham verir, referans olur. Bunun için yaşamaz ama mutlaka bir etki alanı vardır, bunun farkında olabilir ancak. Sanatında bağımsız olabilir ama kendisi bir varlık olarak toplumdan ayrı değildir. Her ne kadar toplumdan etkileniyorsa toplumu bir o kadar da etkilediğini unutmazsa iyidir.